Hatalı Veraset İlamına Dayalı Tapu İptal ve Tescil Davası

Veraset ilamı, gündelik hayatta sıklıkla gayrimenkul edimine dayanak olarak kullanılmakta, birçok hukuki tasarruf işlemine konu olmaktadır. Nüfus kayıtlarına dayanılarak ve mahkeme kararıyla çıkarılan veraset ilamları bu ilişkilerin temelini oluşturmaktadır. Ancak mahkeme kararıyla çıkarılan ilamların sonradan şaibeli hale gelmesi durumunda mirasa konu gayrimenkullerin satışına yönelik uyuşmazlıklar doğmaktadır. Miras kalan gayrimenkulün üçüncü bir kişiye satılması durumunda uyuşmazlığın boyutu da değişmektedir. Böyle bir uyuşmazlığın ortaya çıkmasının sebeplerinden biri de çelişkili iki veraset ilamının bulunmasıdır. Hatalı bir veraset ilamı söz konusu olduğunda aşağıdaki Yargıtay kararları ışığında incelediğimiz önemli hususlar değerlendirilmelidir. Özellikle iki ayrı mahkeme tarafından aynı miras ilişkisine yönelik iki farklı veraset ilamının verilmesi durumunda bu konulara ihtiyat gösterilmelidir.

Hasımlı Veraset İlamı ve Veraset İlamıyla Tapuya Tescil

Hasımsız olarak talep edildiği takdirde mirasçılık belgesinin talebi çekişmesiz yargıda görülecektir. Doktrine göre, bu şekilde çıkarılan belgeler ilam niteliğinde olmadığı için mirasçılık belgesi olarak adlandırılmalıdır. Diğer taraftan mirasçılık belgesinin hasımlı olarak talep edilmesi de mümkündür. Bu durumda, çekişmeli yargı sonucu alınan belge kesin hüküm teşkil eder ve veraset ilamı olarak adlandırılır. Bu ilam ile hasımsız mirasçılık belgesinin farklarından biri mirasçılık belgesinin aksinin kanıtlanması mümkün olmasıdır. Mirasçılık belgesinin değiştirilmesi ve iptali gibi davalar sonucunda çıkarılan belge hasımlı veraset ilamıdır.

Tapu ile diğer resmi kurum ve kuruluşlarda mirastan doğan hakların kullanılabilmesi için mirasçılık belgesi aranmaktadır. Sicil memuru, miras kalan taşınmazlar üzerindeki tasarrufları mirasçılık belgesi veya veraset ilamıyla tapuya tescil eder.

Hatalı Veraset İlamı İle İkinci Veraset İlamı Arasındaki Çelişki Hasımlı Veraset İlamıyla Düzeltilmelidir

Tasarrufa konu gayrimenkule yönelik veraset ilamıyla işlem yapıldıktan sonra farklı mirasçıların tapu iptal davası açması söz konusu olabilmektedir. Öncelikle belirtmek ki gerekir hatalı veraset ilamına dayalı tapu iptal ve tescil yargılamasında, tasarrufun dayanağı olan veraset ilamının nüfus kayıtlarına dayanılarak alınmış olması halinde ve veraset ilamına dayanılarak yapılan intikaller sonucu mirasçılar tarafından üçüncü kişilere devredilmiş olması durumunda davanın reddine karar verilmesi gerekir. Ancak uygulamada alt derece mahkemelerinin aksi yönde hareket ederek davanın kabulüne karar verdiği görülmektedir.

Tasarrufun dayanağı olan ve nüfus kayıtlarına dayanılarak alınan veraset ilamının iptaline ilişkin bir karar olmaksızın, veraset ilamı yok sayılmamalı ve tasarrufun iptaline karar verilmemelidir. Nitekim nüfus kayıtlarına dayanılarak mahkeme dosyası ile alınan veraset ilamı ile, taşınmazlar üzerinde mirasçılar adına intikaller yapıldığı ve intikallerden sonra taşınmazların üçüncü şahıslara satılması ve hatta üçüncü kişiden sonra da taşınmazların başka kişilere satılmasına sıklıkla rastlanmaktadır. Burada izlenmesi gereken yol davanın esasına etki eden farklı ve iki ayrı veraset ilamı arasındaki çelişkinin giderilmesi, bu hususta verasetin iptali için dava açılmasıdır. Tapu iptal ve tescil davasında ise nüfus kayıtlarına dayanılarak alınmış olan veraset ilamını en az aynı kuvvette resmi belgelerle iptal etmek için dava açılması için kesin süre verilmesi ve bunun neticesinde ancak kesinleşmiş bir mahkeme kararını bekleyerek karar verilmesi gerekir.

“Dairenin 02.11.2020 tarihli ve 2019/1615 E., 2020/5610 K. sayılı kararıyla; “…Hemen belirtilmelidir ki, ketmi verese (mirasçılığın gizlenmesi) davalarında uyuşmazlık hasımlı olarak alınacak veraset ilamı ile çözümlenebilecektir. Somut olaya gelince; hem intikale esas alınan veraset ilamı hem de davacının mirasçılığını gösteren ve karara dayanak alınan … 3. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 20.05.2013 tarihli ve 2013/463 Esas, 2013/470 Karar sayılı veraset ilâmı hasımsız alınmış olup, mirasçılık belgelerinin aksi sabit oluncaya kadar geçerli olduğu gözetilerek bu konudaki uyuşmazlığın hasımlı veraset ilamı alınarak açıklığa kavuşturulması zorunludur. Ne var ki, davacı tarafından dosyaya hasımlı veraset ilamı sunulmadığı gibi kendisine hasımlı veraset ilamı alması için olanak da tanınmamıştır. Hâl böyle olunca; davacıya hasımlı veraset ilamı alması için olanak tanınması, alınacak hasımlı mirasçılık belgesinde davacının mirasçı olduğu ve taraf ehliyetinin bulunduğu belirlendiği takdirde işin esasının incelenmesi ve sonuca göre karar verilmesi gerekirken değinilen husus üzerinde durulmaksızın yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir….” gerekçesiyle bozulmuştur. (T.C YARGITAY 1. Hukuk Dairesi Esas: 2021/ 10645 Karar: 2022 / 2759 Karar Tarihi: 04.04.2022)

“Hemen belirtilmelidir ki; gerek sicil intikaline esas olan ve gerekse davacının elde ettiği mirasçılık belgelerinin hasımsız oldukları ve buna göre neticeye gidildiği görülmektedir. Yukarıda belirtilen ve ileri sürülen iddia karşısında; her iki veraset belgesinin birbirlerine aykırı oldukları gözetilmek suretiyle hasımlı olarak alınacak mirasçılık belgesinin kurulacak hükme esas alınması gerektiği kuşkusuzdur. O halde, birbirleriyle çelişkili olan mirasçılık belgelerindeki aykırılık hasımlı olarak alınacak veraset belgesiyle giderilmedikçe davanın karara bağlanmasının yasal olduğu söylenemez. Hal böyle olunca; öncelikle miras bırakanın ölüm tarihine göre terekesinin elbirliği mülkiyetine (Türk Medeni Kanununun 701 ila 703 mad) tabi olduğu, oysa davada tereke adına bir istekte bulunmayıp istek paya ilişkin bulunduğuna göre davanın niteliği de gözetilerek davanın dinlenmesinin mümkün olup olmadığının da irdelenip değerlendirilmesi davanın dinlenildiği kabul edildiği takdirde davacıya hasımlı olarak açılacak davayla mirasçılık belgesi alması konusunda olanak tanınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.” (T.C YARGITAY 1. Hukuk Dairesi Esas: 2008/ 4034 Karar: 2008 / 8842 Karar Tarihi: 15.07.2008)

Yine Yargıtay’ın onadığı yukarıdakilerle aynı yönde 2021/ 3493 E. ve 2022 / 2161 K. sayılı 09.03.2022 tarihli karar mevcuttur:

” ancak dosya içerisinde adı geçen murise ait iki farklı veraset ilamı mevcut olup, hükümle mirasçı kabul edilen …ve …’nun bu ilamlarda mirasçı olarak görünmediği, davalı … vekili adı geçenlerin mirasçı olmadığını savunduğu, yeniden veraset ilamı alınmasını istediği, Mahkemece kök murisin veraset durumunun kendilerince değerlendirilmesinin mümkün olduğu gerekçesiyle bu talep reddolunarak dosya içerisinde bulunan nüfus kayıtlarına göre karar verildiği açıklanarak, her ne kadar 3402 sayılı Yasa’nın 25. maddesinin 1. fıkrası uyarınca Kadastro Hakimi, kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleme yetkisine haiz olup, istek üzerine veraset belgesi verebilir ise de somut olayda, dosya içerisinde her ikisi de ayakta bulunan iki farklı veraset ilamı ve bunlara ters düşen nüfus kayıtları bulunduğuna göre Mahkemece tespit edilen duruma karşı çıkan davalıya hasımlı veraset davası açarak mevcut veraset ilamlarını iptal ettirmek ve yeni veraset ilamı almak üzere süre verilmesi, kök murisin mirasçıları bu şekilde kesin olarak belirlenmesi, bundan sonra iddia ve savunma yönünden araştırma ve inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi” gereğine değinilmiştir. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne, dava konusu 201 ada 4, 202 ada 4 ve 203 ada 3 numaralı parsellerin kadastro tespitinin iptaline ve bu taşınmazların; 24/128’er hissesinin … ve … adına, 4/128’er hissesinin …, …, …, …, … ve … adına, 3/128’er hissesinin ….adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.”

Devletin Nüfus Kayıtlarına Güvenerek Hak Sahibi Olan Kişinin Korunması Gerekir

Tapu kayıtlarına güvenerek taşınmazı satın alan kişilerin, tapuya güven ilkesi ve tapu kayıtlarının aleniyet ilkesi çerçevesindeki iyi niyetleri ve kazanılmış hakları gözardı edilmemelidir (TMK m. 1023). Devlet, kendi resmi nüfus kayıtlarına güvenerek taşınmaz satın alan kişilerin haklarını korumak zorundadır.

Aşağıda emsal olarak sunulan Yargıtay kararında devletin, kendi resmi nüfus kayıtlarına güvenerek hak sahibi olan kişilerin mutlak surette haklarının korunması gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Devletin resmi nüfus kayıtları kapsamında ve gene devletin bağımsız mahkemesi tarafından verilen veraset ilamı uyarınca intikal işlemlerinin yapan ve tapuda hak sahibi olarak gözüken mirasçılardan taşınmazı satın alan üçüncü kişilerin durumu değerlendirilmelidir. Üçüncü kişinin bir süre sonra taşınmazı menfaati gereği başka kişilere satması da mümkündür. Her iki kişi de tapu kayıtlarına güvenerek taşınmazı iktisap etmiş olacaktır. Mahkemelerin tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar vermesi hukuk güvenliğe ilkesinin devletin kayıtlarına (nüfus ve tapu kayıtlarına) güven ilkesinin açıkça ihlalidir. Böyle bir davanın üçüncü kişi aleyhine kesinleşmesi halinde, emsal Yargıtay kararları ile de açık olduğu üzere Devlet’in nüfus kayıtlarına, tapu kayıtlarına, mahkeme tarafından verilmiş veraset ilamına güvenerek dava konusu taşınmazı iktisap eden kişilerin devlet aleyhine tazminat davası açma hakkı doğacaktır (TMK m. 1007).

“Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK’nin 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 08.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olaya gelince; … 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25.10.2005 tarih, 2003/228 Esas, 2005/316 Karar sayılı dava dosyasında dinlenen sanık, katılan ve tanık beyanlarından …’nin, satılık bir taşınmazı olduğunu bildirmesi üzerine … (emlakçı), … (komisyoncu), …(haritacı) ve …’nin, iptal edilen veraset ilamındaki mirasçıları bularak, satış paralarını vererek ellerinden satışa da yetkili olmak üzere vekaletnameler aldıkları, tanık …’ın 08.03.2004 tarihli celsede dağıtılan paranın …’a ait olduğunu beyan ettiği, tanık …’nun 19.01.2014 tarihli celsede … ile …’nin bürosunda pazarlık yaparak taşınmazın 5 milyara satışı hususunda anlaştıkları, sanık …’in savcılıkta alınan 31.10.2000 tarihli beyanında … ile tapu müdürü … vasıtasıyla taşınmazın satışına engel bir durumun olmadığını öğrendiklerini beyan ettiği, yine eldeki davada dinlenen davacı tanıklarının kayıt maliki…’ın, ketmi verese olgusunu bilen ya da bilmesi gereken kişi konumunda olduğuna ilişkin bilgilerinin olmadığı gibi davacı tanığı …’un bir kısım davacıların … ile tarla hakkında konuşması üzerine …’nin bütün parayı ödeyenin … olduğunu beyan ettiği görülmektedir. Yukarıda yer verilen tespitler bir bütün halinde değerlendirildiğinde; davalı …’ın ketmi verese olgusunu bilmediği veya kendisinden beklenen özeni göstermesi halinde dahi bilebilecek konumda olmadığı, aksini davacının kanıtlayamadığı gözetildiğinde, davalı …’ın TMK’nın 1023. maddesi koruyuculuğundan istifade edeceği kuşkusuzdur.” (T.C YARGITAY 1. Hukuk Dairesi Esas: 2016/ 8472 Karar: 2019 / 6396 Karar Tarihi: 10.12.2019)

“Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Hal böyle olunca; yukarıda belirtilen açıklamalar ve ilkeler doğrultusunda, öncelikle, davacıya, hasımlı olarak verasetin iptali davası açması için süre verilmesi, açılacak dava sonucunda, ketmi verese olgusunun kesinleşmiş verasetin iptali kararıyla sabit olması halinde ise, iddia ve savunma doğrultusunda tarafların tüm delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi, davalı İ.’in ediniminde iyiniyetli olup olmadığının kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlenmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu hususlar gözetilmeksizin, eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir.” (T.C YARGITAY 1.Hukuk Dairesi Esas: 2012/ 12262 Karar: 2012 / 10666 Karar Tarihi: 03.10.2012)

Çelişkili Veraset İlamlarında Davanın Tarafları

Maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından, taşınmazı satan mirasçıların davaya dahil edilmesi gerekir. Taraf teşkili sağlanmaksızın karar verilmesi hukuka aykırı olacaktır.

Yukarıda tartışıldığı üzere taşınmazın bağlı olduğu tapu müdürlüğü mahkemece verilen veraset ilamına göre dava konusu taşınmazın mirasçılara intikalini yapabilecektir. Akabinde ise üçüncü kişilerin de bu varislerden dava konusu taşınmazı satın alması mümkün olacaktır. Bu üçüncü kişilere yönelik hatalı veraset ilamına dayalı tapu iptali ve tescil davası açıldığı takdirde, taşınmazın intikalinin yapıldığı mirasçıların davaya dahil edilmesi gerekecektir. Aksi takdirde yargılama eksik ve gerçeğe aykırı olma tehlikesiyle karşı karşıya olacak, hakkaniyete ve vicdana aykırı sonuçlar doğacaktır.

Çelişkili Veraset İlamlarında Delillerin Değerlendirilmesi

İki farklı veraset ilamının farklı mahkemeler aracılığıyla edildiği durumlarda veraset ilamlarının dayandıkları deliller değişebilmektedir. Örneğin biri nüfus kayıtlarına dayanıyorken diğeri tanık beyanına dayanabilir. Nitekim nüfus kayıtlarına dayanmaksızın tamamen şahit ifadeleri dayanak yapılmak suretiyle mahkemeden veraset ilamı almak ve bu ilama dayanarak tapu iptal davası açmak mümkündür. Hatalı veraset ilamına dayalı tapu iptali ve tescil davasında, tanık anlatımları ile alınmış olan veraset ilamının hükme esas alınabilecektir. Tanık beyanına dayanılarak verilen kararın hukuka aykırılıkların yol açmaması için dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, tapu iptal ve tescil davasının konusu olan tasarrufun dayandığı veraset ilamının hangi delillerle kanıtlanmış olduğudur.

Tapu iptali ve tescili davasının konusu olan tasarrufun dayanağı veraset ilamı gerçek nüfus kayıtlarına dayanıyorsa, davacıların dosyaya sunduğu veraset ilamının resmi kayıtların dışında tanık anlatımlarına dayanarak alınmış olması hükme esas alınması yönünden sorun teşkil edecektir. Bu örnekte, verasetler arasındaki çelişkinin giderilmiş olması gerekliliğinin dışında, bir tarafta resmi nüfus kayıtlarına dayanılarak alınmış bir veraset ilamı varken diğer tarafta tanık anlatımlarına dayanılarak alınmış bir veraset ilamı mevcuttur. Tanık anlatımlarına itibar edilmesi, bunların hükme esas alınması ve davanın kabulüne karar verilmesi hukuka aykırılığa neden olacaktır.

Tasarrufun dayanağı olan veraset ilamı dışında, tasarrufta bulunan mirasçıların hak sahibi olduğunu ortaya koyan muhtarlık resmi belgesi gibi deliller de hükme esas alınabilecektir. Diğer veraset ilamını ileri süren tarafın bu delilleri çürütecek aynı güçte resmi delilleri bulması gerekecek, salt bir kişinin şahitliğine dayanılması yetersiz olabilecektir. Resmi kayıt ve belgelere karşın yine resmi belge ve delil sunulmalıdır.

Muhtarlık yazısı, nüfus kayıtları, veraset ilamı gibi resmi yazı hükmünde olan kayıtlara güvenilerek yapılan işlemlerler, intikal edilen haklar sebebiyle haklarına halel gelen kişilerin hukuk güvenliği ilkesi kapsamında, karşı karşıya kalmış olduğu zararlardan dolayı devlete karşı tazminat davası açması ve zararlarının tazmini isteme hakkı doğacaktır.

Sonuç

Tapu kayıtlarına güvenerek taşınmaz satın alan kişilerin, tapuya güven ilkesi ve tapu kayıtlarının aleniyet ilkesi çerçevesindeki iyi niyetleri ve kazanılmış hakları esas alınarak yargılama yapılmalıdır. Devlet, kendi resmi nüfus kayıtlarına güvenerek taşınmaz satın alan kişilerin haklarını korumak zorundadır. Bununla birlikte, çelişkili iki farklı veraset belgesi bulunması halinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından da, tapu iptal ve tescil davasına konu taşınmazı satan mirasçıların davaya dahil edilmesi gerekir. Aksi takdirde, taraf teşkili sağlanmaksızın karar verilmiş olması hukuka aykırı sonuçlar doğurabilecektir.

Tasarrufun dayanağı olan veraset ilamı dışında, mirasçıların hak sahibi olduğunu ortaya koyan muhtarlık resmi belgesi gibi belgeler de hükme esas alınmalıdır. Tapu iptal ve tescil davasını açan davacıların da tüm bu delilleri çürütecek aynı güçte resmi delilleri bulunması, salt tanık beyanına dayanarak iddialarını ileri sürmemesi yerinde olacaktır. Bir tarafta tasarrufun dayanağı veraset ilamı gerçek nüfus kayıtlarına dayanırken, davacıların dosyaya sunduğu veraset ilamı ise resmi kayıtların dışında tanık anlatımları dayanılarak alınmış olması karşılığında itibar edilmemesi ve hükme esas alınmaması ihtimali mevcuttur.